Dünyanın her yerinden güncel temalara odaklanan bağımsız kısa filmler, yeni nesil deneysel sinema çalışmaları, queer filmler, kadın yönetmen ve ilk yönetmen filmleri gibi yapımları, İzmir seyircisi ile buluşturma amacı taşıyan Uluslararası 2 Yaka Kısa Film Festivali küresel sağlık krizi dolayısıyla online olarak gerçekleşti. Queer teori ve queer sinema hakkında Nazey Erdilek kolaylaştırıcılığında, Sertaç Koyuncu ve Yağmur Şahin’in katılımıyla 6 Mayıs'ta Zoom üzerinden gerçekleştirilen söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.
Queer kavramı, yirminci yüzyılın başında küfür ve hakaret iç
erikli bir terim olarak kullanılmıştır. Sınırlamaların, sabitlemelerin, ayrımcılığın olmadığı bir kimliksizlik halini öne süren queer teori, cinsel, ırksal, etnik, jenerasyonel ve benzeri tüm kimliklerin istikrarsızlaştırılması gerektiğini, aksi halde bireylerin kimliklere bölünerek bütünlüklerinin bozulduklarını savunmaktadır. Bu düşünceyle yirminci yüzyılın sonlarına doğru sinemada olumsuz şekilde yer verilen LGBTTI+ imgesinin sorgulanmasıyla ortaya çıkan queer sinema, anti-kimlik politikası ile şekillenen bir sinema akımı haline gelmiştir. Çağdaş toplumsal düşüncede anatomik/biyolojik beden ile toplumsal cinsiyet bağlamında oluşan kadınsılık/erkeksilik kavramları birbirinden ayrılmıştır. Dolayısıyla kadın/erkek anatomisi ile toplumun yarattığı kadınsılık/erkeksilik kavramlarının birbiriyle denk ve eşit olmak zorunda olmadığı belirginleşmiştir. Artık kadın ve kadınsılık, erkek ve erkeksilik farklı kategoriler oluşturabilmektedir. Üstelik bu iki kategoriyi aklımızda tutarak üçüncü bir kategoriye de bakmak gerekir: Biyolojik beden ve toplumsal cinsiyet kavramları bir yana, bir de işleri daha da karıştıran kadınlık/erkeklik kavramsallaştırmalarından bahsedebiliriz. Bu son kategori ise tamamen cinselliğin zihinsel ve psikolojik algılanış şekliyle alakalıdır. Ve bu son kategori tabi ki kişiden kişiye değişebilir bir yapıya sahiptir. Kadın, Kadınsılık, Kadınlık; Erkek, Erkeksilik, Erkeklik…
Kadının anatomisinin, toplumsal kadınsılığın ve kadınlık kavramının birbirinden ayrı düşünülebildiği müddetçe bunların ne kadar farklı kombinasyonlar yaratabileceğini varın siz düşünün. Erkek anatomisine sahip kendini kadın olarak tanımlayan erkeksi bir kadın olabileceği gibi, kadın anatomisine sahip fakat kendini erkek olarak tanımlayan ve cinsiyet değiştirme operasyonu geçirmesine rağmen erkeksi olan bireyler de vardır. Kısacası kadınsı ya da erkeksi olmak kadın ya da erkek olmakla simetrik değildir. İşte temel anlamda Queer bu uçsuz bucaksız kombinasyonların sınır tanımazlığına ve bunları kimliklendirmeye çalışmanın gereksiz kısıtlayıcığına vurgu yapan bir anlayıştır. Hayati nokta, bu farklı kimlik kategorilerinin ne kadar net tanımlanırlarsa tanımlansınlar bireyin arzusunu sabitleyeceklerinden dolayı kullanışsız olmalarıdır. Queer, kimlik kategorilerini eleştirirken heteroseksüel-homoseksüel karşıtlığına dahi karşı çıkar. Öte yandan queer sadece cinsel kimlikleri eleştirmez, aynı zamanda ulusal kimlikleri, ırksal kimlikleri, etnik kimlikleri, jenerasyon kimlikleri de eleştirir. Çünkü kendimizi bu kimliklerle ne kadar tanımlarsak o kadar kategorize oluruz, o kadar sınır çizeriz, o kadar kullanılmaya açık hale geliriz. Oysa sınırların olmadığı, sabitlemelerin olmadığı, ayrımcılığın olmadığı bir kimliksizlik hali daha iyi ihtimaller sunabilir insanlığa, queer bunu savunur.
Queer düşüncesi oluşmadan önce 1900'lü yılların başlarında çok daha farklı özgürleşme hareketleri yaşanmıştır. 1800'lü yılların sonunda kurulan psikolog birlikleri, eşcinselliğin de toplumsal olarak kabul görmesi için çalışmışlardır ve bunun için ünlü isimlerin saygınlığını kullanmışlardır: Michelangelo, Napolyon, Lord Byron, Shakespeare gibi tanınmış kişilerin de eşcinsel olduklarını söylemiş, toplumsal onay almaya uğraşmışlardır. Bu ilk hareketler toplumsal yapıyı hiçbir şekilde eleştirmeden sadece ve sadece eşcinselliğe ve lezbiyenliğe (ki bunlar ayrı topluluklardır ve o dönemde birbirlerini ötekileştirmişlerdir) prestij kazandırmaya çalışmışlardır. İddia edilebilir ki hükümete ve hakim ideolojiye karşı çıkmamış, aksine onlara yaranmaya çalışmışlardır. Ardından 1969 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde Stonewall olayları patlak vermiştir. Stonewall eşcinsellik hareketinin miladı niteliğinde bir olaydır. New York'taki Stonewall Inn adlı bir gay bara baskın yapan polisler bütün bir hafta sonu süren isyanların fitilini ateşleyecek olan direnişlerle karşılaşmıştır. Bu direnişçiler politik hoşnutsuzluklarını ifade ederken militandırlar. Direnişçiler protestolar ve geniş çaplı gösteriler aracılığıyla toplumsal farkındalığı arttırmak adına savaş vermişlerdir. Gay olmanın gururu temelli yeni bir kimlik fikri iddiası burada ortaya çıkmıştır. Stonewall olaylarının patlak verdiği 1960'lı yıllar aslında dünya genelinde kültürel bir dönüşümün yaşandığı yıllardır. Özellikle de 1968 öğrenci hareketleri ile anılan hippie kuşağının, Rock'n'Roll müziğin, cinsel özgürleşme hareketlerinin, feminizmin ve Gey ve Lezbiyen hareketlerinin doruk noktasına ulaştığı yıllardır. Bu noktada özellikle lezbiyenlik ve feminizm arasında güçlü bir ilişki oluşmuş, queer düşünce 1990'lı yıllarda hız kazanırken lezbiyen-feminizm hareketinden çok etkilenmiştir. Çünkü lezbiyen-feminizm çalışmaları cinselliği kişisel bir şey olarak değil, kurumsal bir şey olarak düşünmüş ve zorunlu heteroseksüelliğe, heteroseksüelliğin normalleştirilmesine karşı çıkmıştır. Bu hareketlerin ardından Queer düşünce serpilip gelişeceği ortamı bulmuştur. Queer Teori özellikle Michel Foucault ve Judith Butler'ın çalışmaları etrafında bol bol tartışılmıştır. İktidar ve Direniş kavramları etrafında farklı stratejilerin farkına varılması, günlük hayatın, bilme şekillerinin, söylemin ve performatifliğin direniş şekilleri olarak algılanmasına vesile olmuştur. Bu da kimlik politikalarına duyulan ihtiyacı şüpheyle karşılamaya neden olmuştur. Buna göre iktidarın ürettiği hegemonya, kimlik siyaseti ile çözülemez, aksine kimlik politikaları bireyi iktidarın oyununa davet eder.
Eşcinsel karakterler ana akım sinemanın merkezinde kötü ve canavarsı kalıp yargılarla temsil edilmişlerdir. 1960'lardan 1980'lere kadar geçen dönemde, eşcinsel karakterlerin sapkın, patolojik ve psikolojik olarak hastalıklı tipler olarak sinemada yer aldığını görmekteyiz. 80 ve 90'larda ise sinemada eşcinsel karakterlerin arttığını görmekteyiz. Bu artışı olumlu bir çizgide değerlendirmemek gerekir. Zira sinemada daha çok aşağılık eşcinsel imgesini güçlendiren bir artış yaşanmıştır. İlk örneklere bakılacak olursa William Dickson'ın Thomas Edison Studio'da çektiği, konuya imalarla yaklaşan ve iki erkeğin birlikte vals yapmalarını gösteren The Gay Brothers adlı filmden itibaren, eşcinseller sinemada bir güldürü unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada farklı olan ve dikkat çeken, Başkalarından Farklı (Andres als die Anderen, 1919) filminde eşcinsel iki karakter intihar ederek ölürler. Nejat Ulusoy'un yaptığı bir araştırmaya göre ABD ve Britanya'da 1961 ve 1967 arasında çekilen 37 filmde eşcinsel karakterlerin 13'ü intihar ediyor, 18'i ise başka karakterler tarafından öldürülüyor. Bunlar arasında farklı bir yerde duran Drum (1976) filminde ise eşcinsel karakter hadım ediliyor. Queer düşüncenin 1990'larda gelişmesiyle dünya sinemasında queer olabilecek örneklerin görülmeye başlaması aynı döneme denk gelir. Fakat Türkiye, feminist hareketlere ve LGBT hareketlerine 1990'larda uyanmıştır. Türkiye'de bu hareketlerin gecikmesinin sebebi ardı arkasına yaşanan toplumsal çalkantılardır. Yine de Türkiye’de tam olarak queer oldukları söylenemese de lezbiyen, gey farkındalığı olan birtakım filmler yapılmıştır. Yeşilçam melodramlarında eşcinsellik ve efeminelik karakterlerde güldürü unsuru olarak kullanılmıştır. Aynı yıllarda Bülent Ersoy'un cinsiyet değiştirme operasyonu ile kadın olması ve sahneye çıkma yasağı; Zeki Müren'in açık açık olmasa bile halk tarafından bilinen eşcinselliği ve kadınsılığı dikkat çekmiştir. Huysuz Virjin'in cinsiyetler arası geçişleri, 1990'larda sahneye çıkmasının yasaklanması ve Seyfi Demirsoy olarak sahne alması sosyokültürel olarak araştırılması gereken önemli örnekler sunmaktadır.
Gurur ile Küfür arasındaki mesafe belki de geçmiş ile bugün arasındaki mesafedir. Queer bu mesafeyi kat etmek için doğru bir araçtır ve gelecekte queer tartışmalarının daha görünür olduğu bir jenerasyon ile bu mesafe gurur-küfür tartışmalarından çok daha ileriye, verimli alanlara nüfuz edecektir.
Yağmur Şahin & Sertaç Koyuncu
Comments